4 Şubat 2013 Pazartesi

İçim sığmıyorken içime

 Bu sabah bir kabustan uyandım.
 Bir şehirde yürüyorum. Çok sevdiğim bu şehir yıkık dökük, taş üstünde taş kalmamış. Sokaklar bomboş insandan eser yok. Hani olur ya zombi filmlerinde aynen öyle bir durum var ortada. Halbuki ben yatmadan önce çok keyifliydim bu kabusta nereden çıktı?
 Hep düşünürdüm 'Daha ne kadar acı olabilir, bunun ötesi nedir?' diye. Dememek gerekiyormuş hep ötesi varmış daha ötesi.
 Beş gün önce odamın lambası patladı, geçici olarak sarı ışıklı bir lamba taktık. Ben zerre sevmem sarı ışığı, yarın gider beyaz ışık alırım diyordum. Tepemde hala sarı lamba ışıldıyor. Sarı, ışığın, sevincin rengidir derler. Beyaz, huzur ve güven verir. Ne sevinç uğruyor bana ne huzur ne de güven. Yedi ay oldu her gün bir derece daha azalıyor sevincim, huzurum ve kendime güvenim.
 Bakıyorsun duruma yaptığın gözlemlere dayanarak kararlar verip hatalar yapıyorsun. Çabala hata yap düzelt tekrar hata yap tekrar düzelt hata yapmaktan korkma derler. Peki telafisiz hatalar hep mi bizi bulur?
 'Gözümün önünde durma nolur yaşamak öyle zor ki bu bedende.'
 Her şey bir anda mı biter yok olur yerle bir olur. Olur tabi ya oluyormuş.
 Bazı hataları ömür boyu affedemezsin. Bazıları sadece hatayı yapanın hayatını değil tüm çevresinin hayatını etkiler. Mahveder. Bitirir.
 Aslında ben bu gece hiç uyumadım...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder