9 Şubat 2013 Cumartesi

İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar (On İki Tarihsel Minyatür)

   Stefan Zweig'ı ilk defa Satranç kitabıyla tanımıştım ve o zamandan sezmiştim diğer kitaplarının da güzel olacağını. Bu kitabında, tarihe damgasını vuran on iki olayın 'bir saniyelik karar anları'ndan bahsediyor. Ve bu anları 'İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar' olarak isimlendiriyor.
   Dikkatli okunur ve irdelenirse kitabın bilgilendirici yönünden fazlasıyla yararlanılabilir.İçerik hakkında ve kitap sayesinde edindiğim bilgilerden kısa kısa bahsedecek olursam:
   1) Nunez de Balboa'nın Büyük Okyanusu keşfinin hikayesidir. Benim gibi daha önceden Amerika kıtasını hiç merak edip araştırmadıysanız, açıp Google Maps ile kısa bir gezinti yapmanızı teşvik edebilir.
   'İlahların insanoğluna iz bırakan işler başarma şansını bir defadan fazla verdikleri çok az görülmüştür.'
   2) İstanbul'un Fethi. Fatih Sultan Mehmet'in azim hikayesini bu kez de farklı bir kalemden okumak belki olayı başka bakış açılarıyla değerlendirmenize katkı sağlar.
   3) Georg Friedrich Handel adında bir müzisyenin hikayesi.
   4) Rouget'in Fransız marşını yazması ve bir gecelik ünü.
   5) Waterloo savaşı ve Napoleon'un son yenilgisi. Mareşal Grouchy'nin kararsızlığının Napoleon'u bitirişi ve tarihin gidişatını bir saniyelik korkaklıkla nasıl etkilediğinin hikayesi.
   'Uyruk olmaktan bir türlü kurtulamayan insanlar, verilen buyruklara hep boyun eğerler, yazgının çağrısına hiç kulak asmazlar.'
   6) Ünlü Alman şair Goethe'nin, 73 yaşındayken, 19 yaşında bir genç kıza olan aşkı ile ilham kaynağı bulması.
   7) Eldorado'nun keşfi. Kaliforniyayı keşfeden Suter'ın talihsiz macerası. (Eldorado: altından, altın kaplı) (Kaliforniya: Amerika kıtasında altının en çok bulunduğu bölge.)
   8) Dostoyevskiden bir idamdan kurtuluş şiiri.
   9) Cyrus W. Field'ın Avrupa ve Amerika arasındaki soğuk sessizliğin sona ermesini hedeflediği ama her denemesinde başarısızlığa uğrayıp her seferinde tekrar denemesi. Telgraf'ın macerası. Büyük bir azim hikayesi ve kitabın en beğendiğim öykülerinden birisi.
   10) Tolstoy'un yarım kalan bir tiyatro eserini Stefan Zweig tamamlıyor. Sergileniyor mu bilemem ama izlenmeye değer bir eser olduğu düşüncesindeyim.
   'İnsanlar sadece bir şeyden yorgun düşerler: kararsızlıktan.'
   11) Güney Kutbunun keşfi.
   Güney Kutbu, Antarktika kıtasındadır ve kara parçası bulunmaktadır. Kuzey Kutbu, denize denk gelir bu yüzden sadece buzullar bulunmaktadır. Güney Kutbunda penguenler, Kuzey Kutbundan kutup ayıları yaşar. Ve penguenlerin Kuzey Kutbunda yaşamamalarının sebebiyse; kutup ayıları karada çok hızlı hareket eder penguenler ise çok yavaştırlar ve kendilerine kutup ayılarından uzakta bir yaşam alanı edinmişlerdir.
   12)Lenin'in İsviçreden Rusyaya dönüş hikayesi.


4 Şubat 2013 Pazartesi

İçim sığmıyorken içime

 Bu sabah bir kabustan uyandım.
 Bir şehirde yürüyorum. Çok sevdiğim bu şehir yıkık dökük, taş üstünde taş kalmamış. Sokaklar bomboş insandan eser yok. Hani olur ya zombi filmlerinde aynen öyle bir durum var ortada. Halbuki ben yatmadan önce çok keyifliydim bu kabusta nereden çıktı?
 Hep düşünürdüm 'Daha ne kadar acı olabilir, bunun ötesi nedir?' diye. Dememek gerekiyormuş hep ötesi varmış daha ötesi.
 Beş gün önce odamın lambası patladı, geçici olarak sarı ışıklı bir lamba taktık. Ben zerre sevmem sarı ışığı, yarın gider beyaz ışık alırım diyordum. Tepemde hala sarı lamba ışıldıyor. Sarı, ışığın, sevincin rengidir derler. Beyaz, huzur ve güven verir. Ne sevinç uğruyor bana ne huzur ne de güven. Yedi ay oldu her gün bir derece daha azalıyor sevincim, huzurum ve kendime güvenim.
 Bakıyorsun duruma yaptığın gözlemlere dayanarak kararlar verip hatalar yapıyorsun. Çabala hata yap düzelt tekrar hata yap tekrar düzelt hata yapmaktan korkma derler. Peki telafisiz hatalar hep mi bizi bulur?
 'Gözümün önünde durma nolur yaşamak öyle zor ki bu bedende.'
 Her şey bir anda mı biter yok olur yerle bir olur. Olur tabi ya oluyormuş.
 Bazı hataları ömür boyu affedemezsin. Bazıları sadece hatayı yapanın hayatını değil tüm çevresinin hayatını etkiler. Mahveder. Bitirir.
 Aslında ben bu gece hiç uyumadım...

3 Şubat 2013 Pazar

Ne Düşündüğünü Biliyorum


Paul Ekman'ın yalanı irdelediği, neredeyse bu konu hakkında açık kapı kalmamış diyebileceğiniz kadar detaylı bir kitap. Yalan nedir? Yalanın çeşitleri nelerdir? Hangi durumda etiktir? Yalan söylememek mümkün müdür? Yalan söylemek gereksiz midir? Yalan nasıl tespit edilir? şeklinde uzayıp gidebilecek bir sürü soruya cevap bulunabilecek enfes bir kitap.
Lie to me dizisini bilenler bilir, bilmeyenler kısaca bir araştırsın mümkünse izlesin derim. Dizi, Paul Ekman'ın çalışmalarından ve birazda hayatından esinlenerek yapılmıştır. FBI ile birlikte çalışan bir yalan uzmanının hikayesi ve klasik bir Amerikan polisiye dizisi gibi dursa da çok farklı bir durum vardır. Yalan okuma 'elini masaya koydu, saçını yana taradı, konuşurken gözlerini devirdi' şeklinde değil de büyük çoğunluğu mimiklerdeki duyguyu yakalama üzerinden yapılır. Dediğim gibi bu kitap Psikolog olan Paul Ekman'ın yıllarını verdiği çalışmaların toplamıdır.
Yalan duyguların, düşüncelerin ve ya olayların çarpıtılmasıyla oluşan bir durumdur. İncelediğimiz konu ise duyguların mimiklere yansımasıdır. Kızdığımız da kaşlarımızın çatılması bir belirtidir. Üzüldüğümüz de yüzümüzün düşmesi, şaşırdığımız da kaşlarımızın yukarı kalkması gibi durumlar o an hissettiğimiz duyguları açığa vurur. Yalanı tespit etmekte bu hareketleri yakalamak prensibine dayandırılmıştır. Yalanın belli bir mimiği yoktur. Çünkü yalan bir duygu değildir. Ve bu kitabı okuduğunuzda kendinizi 'yalan uzmanı' ilan edeceğinizi düşünmeyin söz konusu bir çok değişken durum bulunmaktadır ve her durumu göz önüne almak gerekir. Sen yalancısın diye yaftalayabileceğimiz kesin durumlar pekte çoğunlukta değildir. Yine de çok şey öğreneceğiniz ve yeterince bilinçlilik kazanabileceğiniz bir konuma geleceğinize emin olabilirsiniz.
Bu kadar tanıtımın üzerine biraz da kitabın içinden gidersek:
Şaşırma ifadesinin gerçeği (hissedileni) çok kısa sürer.
Vücut ifadeleriyle eş zamanlı olmayan vücut hareketlerinin aldatma belirtisi olma ihtimali yüksektir.
Karşınızdaki profesyonel bir yalancı değilse onu inandığına dair güvendirmek daha çok açık vermesini sağlar, yalan tespitini kolaylaştırır.
Bir yalanı gizlemenin en iyi yollarından birisi de, olayı alaycı bir şekilde itiraf etmek, abartarak anlatmaktır.

Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu


Kitabı okuyalı epey bir zaman olmuş. 17 Kasım 2012 diye belirtmişim. Hatta bu kitabın üzerine 11 kitap okumuşum ama bu gece kitabı inceleyip, hakkında bir şeyler yazmak istedim.
Kitap hakkında çok detaylı bilgi vermek hoş olmaz gibi geliyor, o yüzden kısa kısa bazı yerlere değinip bırakmak niyetindeyim.
Öncelikle Italo Calvino ile ilk tanışmamdı ve ben yeterince etkilendim. Kesinlikle sakin kafayla okunması gereken bir yazar olduğunu söyleyebilirim. Benzetmelerini, tanımlamalarını anlayana kadar okumakta fayda var. Kitapta 10 tane yarım kalan öykü var ve bir tane de kitabın ana öyküsü bulunuyor. Okur ve yazar arasındaki ilişkiye değinilmiş sık sık. Erkek Okur ve Kadın Okur olarak iki karakter boy gösteriyor. Erkek Okur sizsiniz, romanın içinde rol alıyorsunuz. Belki sizin hal ve hareketlerinizi sergilemiyor ama o ayrı bir konu.
Okumayı gerçek anlamda seven ona özellikle vakit ayıran herkesin okuması gereken bir kitap ve bir yazar. Okurun sevdiği yazarla tanışma hevesini anlamsız gören bir yazar. Okumanın nasıl, ne durumda vs. yapılacağını anlatmıştır.
Kitabın girişini ve sonlarından ufak bir hikayeyi yazmayı uygun görüyorum.
... Uzat bacaklarını, koy ayaklarını bir minderin, iki minderin, divanın kolçaklarının, koltuğun kollarının, çay sehpahasınıni yazı masasının, piyanonun, hatta coğrafi yerkürenin üstüne. İlk iş olarak ayakkabılarını çıkar. Tabii ayaklarını havaya dikeceksen böyle yap, yoksa yeniden geçir ayağına. Öyle bir elinde ayakkabı, bir elinde kitap kalakalma.
Işığı, görüşünü yormayacak biçimde ayarla. Bunu hemen şimdi yap, çünkü okumaya daldığında bir daha yerinden kımıldamak istemeyeceksin. Öyle ayarla ki, okuduğun sayfa gölgede kalmasın, kurşuni fon üzerindeki kara harfler birbirine dolanmasın, fare sürüsü gibi birbirine yamanmasın; öte yandan kağıdın üzerine pek güçlü bir ışık gelmemesine ve acımasız beyazlığın Güney ülkesinde öğle güneşi vurmuşçasına harflerin gölgelerini kemirerek yansıtmamasına özen göster. Okuma eylemini yarıda kesmesi olası ne varsa, hepsini engellemeye çalış. Tiryakiysen, sigaran elinin altında olsun, küllüğünde öyle. Daha ne kaldı? Çişin var mı? Tamam, sen bilirsin.
Böyle bir girişten sonra zaten kötü bir kitap beklemiyordum.
Ve son olarak öykü:
"Halife Harun el Reşid," diye söze başlıyor senin ilgilendiğini görünce öyküyü anlatmaya girişen adam, "bir gece uykusuzluk çekince tacir kılığına girer ve Bağdat sokaklarına çıkar. Bindiği sandal onu Dicle boyunca taşır ve bir bahçenin demir kapısına getirir. Bir havuzun kenarına oturmuş ay kadar güzel kadın elindeki lavtayı çalarak şarkı söylemektedir. Bir cariye Harun'u saraya alır ve ona safran rengi bir harmani giydirir. Bahçede şarkı söyleyen kadın gümüş bir koltukta oturmaktadır. Çevresine yayılmış minderlerin üstünde safran rengi harmanilere bürünmüş yedi erkek vardır. 'Yalnızca sen eksiktin,' der kadın, 'geç kaldın' ve onu yanındaki mindere oturmaya davet eder. 'Soylu baylar, bana gözü kapalı itaat etmeye yemin ettiniz ve şimdi sizi sınama zamanı geldi,' der ve boynundan incisini çıkarır. 'Bu kolyenin yedi beyaz, bir kara incisi var. Şimdi ipini kopartacağım ve incileri alaca somaki bir vazonun içine dökeceğim. Kara inciyi bulan kişi Halife Harun el Reşid'i öldürecek ve bana başını getirecek. Ben de bunun karşılığında ona kendimi sunacağım. Ama Halife'yi öldürmeyi geri çevirirse tekrar inci seçimi yapacak olan öteki yedi kişi tarafından öldürülecek.' Harun el Reşid ürpererek elini açar ve kara inciyi görür ve kadına dönerek: 'Yazgımın ve senin emrine boyun eğeceğim; tek koşulum, Halife'nin senin nefretini kazanmak için nefretini kazanmak için ne yaptığını bana anlatmandır,' derken öyküyü dinlemek için sabırsızlanıyordur."
Ben bu öykünün sonunu çok merak ettim ve çok araştırdım. Ama ne yazık ki bulamadım. Eğer bilen duyan varsa lütfen mail yoluyla ya da yoruma yazarak merakımı giderirse sevinirim.

image

Sokak Lambası Altında Bir Gece


Saat kulesi gürültülü 'ding dong'larla 12'yi vuruyor. Bu sırada bir adam masasında kağıtlara gömülmüş çalışıyor. Saat'in sesiyle gerçek dünyadan kopup, hayal alemine dalıyor. Gözleri titrek mum alevinde ve sonbahar rüzgarı odasına doluyor. Yüzünde bir neşe, bir tebessüm belirip kayboluyor. Sebebiyse hayal dünyasında belirip kaybolan resimler.
İlk tebessüm; annesinin omuzlarında 20 yıldır gördüğü demir yüklü torbanın pamuk dolu bir poşete evrilmesi.
İkinci tebessüm; bir kitaplık. Geniş bir odanın içinde 'L' biçimli büyük kütüphane.
Üçüncü tebessüm; aslında alaycı tebessüm. Hayalleriyle alay ediyor belki kim bilir ya da kendisiyle. Belki de ulaşamayacağı bir aşka ya da her şeyin güzel olacağını düşünecek kadar aptal olmasına...

Kum Ve Köpük


Kum ve Köpük
Tuhaf, pek tuhaf!
belli hazlar için duyduğum arzu,
duyduğum elemlerin bir parçasıdır.
*
*
İnsanın ulaşabileceği şeyle, hayal gücü arasında,
küçük ya da büyük her zaman bir uçurum vardır
ve bu uçurum ancak tutkuyla aşılabilir.
*
*
Kişinin önemi ulaştığı yerde
ya da şeyde değil,
fakat daha çok neye
ya da nereye
varmayı arzu ettiğindedir.
*
*
Zihnimiz bir süngerdir,
kalbimiz bir dere.
Tuhaf değil mi, çoğumuz emmeyi seçeriz,
akıp durmak, çağıldamak yerine?
*
*
Benim içimdeki hayatın sesi
senin içindeki hayatın kulağına erişemez.
Fakat gel biz yine de konuşalım,
konuşalım ki, böylece, kendimizi
yalnız hissetmeyiz belki.
*
*
Eğer gerçekten benim değerimi
bilebilseydiniz,
ölçüp tartabilseydiniz onu,
dilimde olandan çok, kalbimde olanla,
elde ettiğim şeylerden çok
arzu ettiğim şeylerle
ilgili olduğunu da bilirdiniz.
*
*
Ağzınız yiyeceklerle doluyken
nasıl şarkı söyleyebilirsiniz?
Avucunuz altınla, gümüşle doluyken
dua için nasıl kaldırabilirsiniz elinizi?
*
*
Sırtınızı güneşe döndüğünüzde
görüp görebileceğiniz kendi gölgenizdir.
*
*
Cömertlik, sizden daha çok
ihtiyaç duyduğum şeyi
bana vermenizde değil;
sizin benden çok ihtiyaç duyduğunuz şeyi
vermenizdir bana.
*
*
Başkalarını ancak, kendiniz hakkındaki
bilgilerinizle yargılarsınız.
Şimdi söyleyin, bakalım,
aramızda kim suçlu, kim suçsuz?
*
*
Yalnızca kovalandığınız zaman
en yüksek hızınıza ulaşırsınız.
*
*
Çoğu zaman meşru müdafaadan nefret ettim;
fakat olduğumdan daha güçlü olsaydım da
böyle bir silahı kullanmak istemezdim.
*
*
Sadece benden aşağıdakiler beni kıskanabilir,
ya da benden nefret edebilirler.
Şimdiye kadar ne beni kıskanan,
ne de benden nefret eden oldu;
çünkü kimseden üstün değilim ben.
Sadece benim üstümdekiler beni övebilir
ya da küçümseyebilirler.
Şimdiye kadar beni ne öven,
ne de küçümseyen oldu.
Çünkü kimseden aşağı değilim ben.
*
*
Bana, "Seni anlamıyorum," demeniz,
beni hak etmediğim kadar övmeniz,
kendinizi de hak etmediğiniz kadar
küçültmeniz demektir.
*
*
Tuhaf değil mi, yavaş yürüyene acıyorsunuz,
yavaş düşünene acımıyorsunuz.
Oysa gözü kör olan,
kalbi kör olana yeğdir.
*
*
Tuhaf olan şu ki,  hepimiz, yanlışlarımızı
doğrularımızdan daha hararetle savunuruz.
*
*
Başkasının hatasının farkında olmaktan
daha büyük hata var mıdır?
-Halil Cibran